25 Temmuz 2010

Hayat...


...sevdiklerinle aynı nefesi alıyorsan anlamlı.

Uzaktayken insanın yakınlarına dair anladığı en önemli hissiyat bu.

Herşeyden önemlisi yakında veya uzakta olmak da değil; istediğin anda görebilmek...

Amsterdam hayatı hala bir ev bulamamış olmanın verdiği huzursuzlukla devam ediyor. Aslında gayet de merkezi sayılabilecek bir noktada bulduğum evi komik bir şekilde istediğim fiyata tutamadım. Komik olan pazarlık konusu olan rakam da değil. Emlakçı evin 1350 euro olduğunu ancak 1250ye tutulabileceğini söylemişti. Adamı ertesi gün aradım ve 1200 verebileceğimi söyledim. Olumsuz bir yanıt aldım, çok da önemli değil bu kısmı.

İşin garip olan kısmı, benim verdiğim fiyata ertesi gün ilan çıkmış olması. Bu gerçekten beni evden soğutan yegane detay. Ben isteyince burnundan kıl aldırmayan emlakçı, benden sonra hemen ertesi gün benim verdiğim fiyata kiralık ilanı çıkarabiliyor. Ne desem bilemedim.

Haftasonunun en önemli etkinliği Cumartesi Zaandvoort diye deniz kenarı bir yerde Beach Party'ye gitmiş olmaktı. Gidişim baya zorlu oldu, Centraal Station denen yer feleğini şaşırtıyor ilk defa kullanıyorsanız. Bir şekilde Haarlem trenine bileti alıp trene atlayana kadar yarım saat geçmiş. (Bu arada istasyonda bir sağa bir sola ATM arayışı da bu süreyi artıran en önemli etmen, ne işim varsa gitmeden para çekmeyi akıl etmemişim) Trenden indikten sonra 84 no'lu otobüsün kalkacağı durağı buldum, 20 dk kadar da burada bekledim. Otobüsle yolculuk, biraz parti girişinde kuyrukta bekleme derken içeriye girebildim.

Dutch'lar garip insanlar; gündüz nasıl havaya giriyorlar bilmiyorum ama içerideki dans müziğine kendini kaptıran ve sonuna kadar da devam eden insanlar vardı. Ben ilk iş olarak şirketten arkadaşlarımı buldum, sonuna kadar da onların çevresinde takıldım. Çoğunu da tanımadığımı belirtmem lazım, ama sonuçta en tanıdık tanımadıklarım onlardı.

Bu arada bu kadar olumlu sayılabilecek bir ortamda bu kadar yaşlının ne işi var dedirtecek kadar çok selülitli abla, kadayıf kıvamında amca gördüm. Yani işin sıkıcı olan boyutu gerçekten yaş ortalamasının çok çok altında kalmaktı. Saat 10 gibiydi, henüz güneş batmamıştı ve biz partiyi terkettik.

Dünün yorgunluğunu bugün attım sayılır, ama bugün de oldukça fazla hareket ettim diyebilirim. Yine Pazar günü bir şehirde hayat olmaması noktasına takılıp kaldığımı belirtmem lazım. Yani burası İzmir'e bu yönden çok benziyor; insanları tatil olduğunda hiçbirşeyi umursamıyor bakıyor keyfine. Yani kaç zamandır bir Albert Cuyp Markt, yok Waterlooplein, yok bilmemne markt görmeye gidiyorum ama ya mesai saatleri bitmiş oluyor ya da böyle pazar gününe denk geliyor. Gelecek hafta önlemimi buna göre alırım diyorum ama bir yandan çok önemli iki konu var bu hafta: ay sonu olduğu için işlerin biraz daha yoğun olması durumu mevcut ve ev bulursam taşınma haftam olacak bu hafta. Dolayısıyla gezi gözlem planları ertelenebilir. Ne olursa olsun, bir gezi "to do" listesi yapmakta fayda var.

Çenem düştü (elim düştü mü demeliyim yoksa), bütün bu geziden sonra iki tane de film izledim: Ratatouille ve The Last Airbender. İlki gayet eğlenceli, farenin yaptığı yemeği yeme fikri garip olsa da iyi vakit geçirtti. Sonrasında da anime serisi olarak ilk ve tek deneyimim olan, Avatar diye film çıkınca "ama bu benim bildiğim Avatar değil kiii" şaşkınlığımın sebebi olan Son Hava Bükücü nün film versiyonu. Anime versiyonunu sonuna kadar izlediğim için bana çok sıkıcı geldi, sanki özensizce yapılmış bir ev ödevi gibi hissettirdi. Abim beğenmiş, galiba bu film versiyonu beğenmek için seriye hiç bulaşmamış olmak gerekirdi.

Çenemi toparlamam ve yarın erken kalkış için yatağa doğru gitmem gerekiyor. Şimdilik kendinize iyi bakın, yine görüşürüz.

18 Temmuz 2010

Dünya dönüyor.

...ve döndükçe içindekiler değişiyor. En son yazıyı sanal dünyaya attığımda "anlatacağım en kısa zamanda" yazmışım. En kısa zaman bu kadar uzun sürdüğüne göre anlatacak pek çok şey olmalı değil mi?

Nisan'dan bu yana değişenler neler mi? Şöyle bir göz atalım:

1- Ülke: Türkiye --> Hollanda
2- Şehir: İstanbul --> Amsterdam
3- İş: Denetim --> Bankacılık

O arada herhalde görüşmeleri anlatacağımı belirtmeye çalışmışım çünkü gerçekten Nisan ayı ve sonrası kabus gibi bir yoğunlukta geçti. Sonuçta Haziran ayının başında işi bıraktım, Temmuz başında Amsterdam'da çalışmak üzere hazırlıklarımı yapmaya koyuldum. Bir yandan 1 ay gibi uzun sayılabilecek bir süre tatil yapma fırsatı buldum.

Büyük konuşmamak lazım gerçekten de. Ömrümün sonuna kadar İstanbul'da yaşamak istediğimi söylüyorum halen, ama beni mutlu edecek bir iş sahibi olup İstanbul'da tutunabilmek için öncelikle bu yola girmem gerektiğini düşündüğüm için buradayım. Etiketler dünyasında 30 yaşın altında 2 yıldan fazlası yurtdışında olmak üzere 5 yıl üzeri deneyimli, askerlik problemi olmayan birinin oldukça kapıyı açabiliyor olması gerektiği varsayımının gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini ise zaman gösterecek.

2 haftalık izlenimlerimi yazmam lazım Amsterdam hakkında: tarih dolu ve keşfedilmeyi bekleyen bir şehir burası. Henüz geldiğim gece dışarı çıkıp havasını soluma fırsatı buldum. Gecenin bir saatinde kaç tane bisikletli insanı görüp şaşkınlığa düştüğümü anımsarım hala. Şimdi ben de o bisikletliler dünyasında yerimi almış durumdayım. İhtiyaçları tamamlamaya başladım, yani bir NL cep telefonu numaram, oturma ve çalışma iznim, bir banka hesabım ve kartım vs vs...Bir de acil olmasa da kendime bir ev bulmam gerekiyor.

Amsterdam'ın en kıt olduğu konu bu olsa gerek: şehir merkezinde oturmak bu kadar pahalı ve çileli olmamalı. Bilmediğim şehirde merkezde değil de dışarıda oturmak için çok makul sebeplerin olması lazım. Bilmiyorum işte şimdilik arayıştayım.

Dünya dönüyor ve hayat değişiyor. Bir sonraki değişikliğin nihai olmasını umuyorum. Ne demiş Pavement: "...I wanna range life, if I could settle down..."

Devamı gelecek...
Powered By Blogger

İzleyiciler