12 Şubat 2009

Stad ve Maç İzlenimleri



"İzmir Atatürk Stadı'nda maç izlemedim" demem artık. Burada 2,5 yıldan daha uzun bir zamandır yaşıyorum; ama çok da keyif vermediğini bildiğim Atatürk stadında maç izlemeye gitmemiştim. Haklıymışım... 11.02.2009 / Türkiye - Fildişi Sahili maçı da benim açımdan çok da keyifli geçmedi. Bunun bence en önemli nedeni maçın oynandığı İzmir Atatürk Stadyumu. Bu yazıya da stad ile ilgili izlenimlerimi paylaşarak başlıyorum.

Stadyuma metro ile Halkapınar veya Stadyum durağında inip 10 dk. mesafeli bir yürüyüş sonrası rahatlıkla ulaşılabiliyor. Dolayısıyla İzmir'in metroya ulaşımı olan her semti, trafiğe takılmadan rahatlıkla maçlara gidebilme olanağına sahip. Maçlara diyorum çünkü Halkapınar Kapalı Spor Salonu ile İzmir Atatürk Stadyumu yan yana; bu İzmir için gerçekten güzel düşünülmüş bir metro hattının ve planlamanın sonucu. Dünkü maçta da gerek kentin futbol hasreti, gerek ulaşım kolaylığı stadın tam kapasiteye yakın dolulukta olmasının en önemli sebepleriydi.

Malesef konum ve ulaşım olanakları konusundaki beğenimi stadyumun mimari yapısı hakkında tekrarlayamayacağım. (Bu arada stadın tarihçesini pas geçiyorum, dileyenler vikipedi'nin ilgili sayfasından bu bilgileri edinebilir http://tr.wikipedia.org/wiki/İzmir_Atatürk_Stadyumu) Dış kapıdan başlayarak maç sonuna kadar gözüme batan eksiklik ve problemleri listelemek istiyorum:
-Maç öncesi biletlerde yazan rakam ve harf kombinasyonu stad konusunda bilgi sahibi olmayanlar için oldukça ciddi problem yaratıyor. İlk defa bu stada giden birisi olarak açıkcası bu konudaki yönlendirmeleri eksik buldum. Herkes doğru kapıdan kuyruğa girip girmediğini anlayabilmek için birbirine soruyordu. Ortada dolanan bir kaç görevli de bilette yazan kapıyı bulma konusunda pek yardımcı olamıyor diyebilirim.
-Sırada çok fazla beklemesem de ilk şok etkisini bilet kontrolü yapan görevlinin "dilediğim herhangi bir koltuğa oturabileceğimi" söylediğinde yaşadım. (Ne var bunda diyebilirsiniz, 58,000 kişilik bir stadın kapalı tribününde "herhangi" bir yer eğer son 20 dakikada stada girmeye kalksaydım muhtemelen kapalı tribünün yağmur alan bir bölümü olacaktı.) İşin garip tarafı, stadda yapılan bir anonsta herkesin biletlerinde yazan koltuklarında oturması gerektiğini söylediler. Hatta bilette yazan numarada bir başkası oturuyorsa güvenlik görevlilerine haber verilmesi gerektiğini bile iddia ettiler. Tabi kimse umursamadı diyebilirim.
-Güvenlik görevlileri demişken, görevlilere "merdivenlere kimseyi oturtmayın" talimatı verilmiş herhalde. Maç başlamadan bu kuralı gayet güzel uygulamayı başaran görevlilerin, maç başladıktan sonra merdivenlerin en üst kısmına oturduklarını görüp "yuh" dedim (içimden). Bundan sonra da imam cemaat ilişkisi gereği merdivenler maçın 10. dakikasından sonra tribüne döndü, yağmurdan kaçan izleyiciler de bu fırsatı kaçırmadı ve merdivenleri iki sıra halinde doldurdu. Hani merdivenler boş bırakılıyordu, bunlar nasıl kurallar ki 5 dakikada tersine dönüveriyor!
-Dün yağmur altında stadın büyük çoğunluğu şemsiyeleri eşliğinde maç izledi. Hazırlıksız yakalananlar da vardı tabi, ki onlar için de işportacılar 1 liraya naylon yağmurluk satıyordu. Kapalı tribün de yağmurdan korunmak için en ideal yollardan biriydi ancak bu noktada da stadın mimari yapısıyla ilgili bambaşka bir problem var: merak ediyorum hangi anlayış kapalı tribünün sadece yarısını (yani üst bölümünü) çatı ile kapatırken altta kalan kısmını açıkta bırakır? Yani paranız mı yetmedi tümünü kapatmaya anlamadım! Yarı kapalı tribünün çatı ile kaplı bölümünde maç izleme olanağım olduğu için şanslıyım; aşağıda izleyenlerden ise sadece şemsiyesi olanlar şanslı. Zaten çatının bittiği noktadan, tam o kısmın altında kalan seyircilerin üstüne yağmur suyu damlıyordu.
-Yine kapalı tribünde maç izlerken çatıyı taşıyan kolonları izlemek zorunda bırakılmamız da stadın bir diğer bayıldığım yönüydü. Özellikle maçın direğin arkasında kalan dilimlerinde, direğin ölü açısına maruz kalan herkesin eminim boyun kasları ağrımıştır!
-Atatürk Stadında maç izleyen her izleyicinin şikayet edebileceğine emin olduğum bir konu var: tribünler sahaya o derece uzak ki; ne maçı takip edebiliyorsunuz, ne de bir atmosferin içine girdiğinizi hissediyorsunuz! Artık Ş.Saraçoğlu gibi, yeni yapılan Kadir Has Stadyumu gibi tribünlerin oyuna doğrudan katılabileceği stadlarda futbol izlemek herkesin hakkı. Olimpiyat stadında futbol gerçekten tad vermiyor.
-Maç bitmeden herkesin gitmeye başlamasının bir anlamı olmalı derken çıkışta büyük bir kalabalığın ve stada giren otomobillerin aynı kapıyı ve yolu kullanarak dışarıya çıkmaya çalıştığını görünce, ve bütün bunların bir aracın geçeceği büyüklükte bir kapıdan yapılmak istendiğini anlayınca hayalkırıklığım kat be kat arttı. Çıkışta herkes birbirini ezerek, adeta hayvan gibi dışarıya taşmak zorunda kaldı.
-Ulaşım konusunda övgülerim maçtan sonra değişti diyebilirim zira birden maçtan çıkan binlerce kişiyi ne metro ağı, ne otobüsler ne de taksiler kaldırabildi. Trafik sıkışıklığından kaçmak için yürüyerek Halkapınar metro durağına gittiğimde yüzlerce insanın arasında sıkış tepiş yaklaşık 15 dakikalık bir bekleyişin ardından metroya binebildim. Bir diğer insanlık dışı görüntü de buydu...

Özetle, İzmir Atatürk Stadı uzun yıllar önce amaca hizmet etmiş, ancak artık futbol izlemek için yetersiz kaldığı aşikar bir yapı. Yukarıda tek tek saydığım etkenler sonucunda İzmir'de yapılacak herhangi bir futbol karşılaşmasını artık sadece televizyondan takip edeceğimi ve bir daha bu işkenceye katlanmayacağımı gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.

Mahmut Özgener'in nerede okuduğumu hatırlamadığım yeni ve modern bir stadyum müjdesi vardı, İzmir için böyle bir stad gerçekten gerekli fikrimce!

Maç için de bir kaç cümle yazayım. Milli takım performansı itibariyle hazırlık maçından beklendiği gibiydi, oyuncuların konsantrasyonu da bir hazırlık maçı konsantrasyonu şeklindeydi. İspanya maçına farklı bir gözle bakacaklarını tahmin ediyorum. Zaten oyuncu değişiklikleriyle takımdaki eksik motivasyon hali tamamiyle yok oldu, orta saha topu ileriye taşıyamadı.

Gökhan Ünal'ın futbolunu daha önce bu kadar dikkatle incelememiştim. Trabzon'daki performansını devam ettirdiği sürece daha da göz önünde olacak. Topa hakimiyeti, fizik gücünü kullanışı ve göze hoş gelen futboluyla benim en beğendiğim futbolcuydu dünkü maçta.

Volkan Demirel kendisinden hata yapmasını bekleyenleri dün de yanıltmadı ve bir kaç topa boş çıktı, elinden kaçırdı vs. Artık alıştım kendisinin bu düzensiz performansına. Umarım bir gün düzelir.


Görüşmek üzere...

08 Şubat 2009

3 Büyük(!)ler


Turkcell Süper Lig 19. Haftası 3 büyüklerin skorları


Galatasaray 1-1 Kayserispor

Konyaspor 0-0 Beşiktaş

İstanbul B.B. 2-0 Fenerbahçe


Ligde ilk beş:


1-Sivasspor 41

2-Trabzonspor 41

3-Galatasaray 37

4-Beşiktaş 35

5-Fenerbahçe 34


Soda içiyorum ki gazımı alsın...


Fenerbahçe'nin oynadığı berbat futbol mu, yoksa gerçekten Abdullah Avcı'nın akıllıca kurduğu taktik mi? Ya Aragones'in oyuncu tercihleri?

Oyunun 44. dakikasında İBB'den Mahmut ikinci sarı karttan kırmızı kartla oyun dışında kaldığında tüm Fenerbahçeli taraftarlar gibi ben de Aragones'in forvet hattını ikileyip Deniz-Emre ikilisinden birini oyun dışına alacağı kanısındaydım.

Bir başka oyuncu değişikliği beklentim de vasat ve üretkenlikten yoksun futboluyla şutör(!) Vederson idi.

Devre arasında soluğu PES 2009'un başında alıp ikinci yarıya hazırlık yaptım. Become a legend modunda Semih'e gol pasını verip "man of the match" seçildim. Artık ikinci yarı fırtınalar estirecek takımımı izlemeye hazırdım.

İkinci yarı Olimpiyat Stadı'nın (ekşi sözlükte biri Zulümpiyat Stadı diye adlandırmış, çok hoşuma gitti) o eşsiz rüzgarı Fener'in istediği yönde esiyordu. Uğur Boral - Vederson değişikliği maça Vederson'un ilk 11de başlaması kadar anlamsızdı. Daha sonra Semih Şentürk tezahüratları arasında Aragones, Kazım ile yedek golcüyü ısınmaya gönderdi.

Komedya aslında Semih ve Kazım oyuna girerken Alex'in dışarıya çıkmasıyla başlamış, forveti ikilemesi beklenen Aragones Güiza'yı da sakatlığı gerekçesiyle kenara çekmişti. Kabus bu olmalıydı; Alex çıkarken kendi kendine neler söylüyordu kimbilir.

Nitekim İbrahim Akın değişikliğiyle ilk önce gol sinyali, sonra da golün kendisi geldi. Fenerbahçe için tarih tekerrür etmiş, İBB'ye Olimpiyat Stadı'nda bir kere daha boyun eğmişti...

Anlayamıyorum yahu...yenilen gollerde yan hakemler ofsaytı yakalayamamış olabilirler; ama sözde İspanyol ekolünün ayağa pas ve top kontrolü üzerine kurulu oyununu oynattığı iddiasında olan Aragones nasıl oluyor da birbirinden bu derece uzak bloklardan kurulu, orta sahası bu derece güçsüz, dikine oynamak adına sadece havadan pas yapmaya kalkan bir takım ile başarılı olmaya çalışıyor anlamıyorum. Perşembe günü Bursa'da izlediğim takım ile bu takım birbirine o kadar uzak ki!!!

Bu sene haftaya boynu bükük başlamaktan çok sıkıldım. Fenerbahçe bu hayata anlam katan en önemli şey şu anda ve o da baş aşağı gidiyor. Tamamiyle çaya sarılmaya başladım artık. Tadı tuzu kalmadı bu İzmir'in de.

Bitse de kurtulsam şuradan...Aragones'i suçlamayın, hepsi İzmir'in suçu!
Powered By Blogger

İzleyiciler